Paulos ve Barnabas

0
52

Paulos’un sesi buğulanmıştı. Yahudilerin önde gelenleri, bu vaazı durdurmak için bir karışıklığın olmasını istiyorlardı ve önce tek tek sesler, sonra bir uğultu oldu. Hıristiyanların “ilk resmi vaaz” diyecekleri vaaz, bu uğultu altında sona erdi. Konuşmacıyla arkadaşı, hiç de kibar olmayan bir biçimde kentin dışına doğru sürükleniyorlardı.

Paulos ve Barnabas, mesajını iletmiş insanların rahatlığı ama bundan sonra olacakları bilememenin karmaşası içinde sürüklenerek çıktılar kentten. Öfkeli kalabalıktan kimileri onları bu karmaşa içinde öldürmeyi bile düşünüyordu. Ancak bu sakıncalıydı. Çünkü kentte çok sayıda Yahudi olmayan tüccar, gezgin ve putperestler vardı. Üstelik Roma kolonisinin kurumlan her an sorun çıkarabilirdi.

Efes’ten gelip Yalvaç’tan Fırat’a uzanan Roma yolu bir noktada ikiye ayrılıyordu. Paulos ve Barnabas, güneye gidene saptılar. Eğer, arkalarında öfkeli bir kalabalık olmasaydı, bu sarp dağ yolunu aşmak için kimi kolaylıklar, örneğin yolun belli bir mesafesine kadar gidebilecekleri at ya da katır bulabilirlerdi. Ama şimdi, bütün bu yolu yaya olarak aşarak Ikonion’a (Konya) varmalıydılar.

Mevlana

Elimde harita, bu yol kavşağında durdum. Bütün bu yollarda, taşlananları ve taşlayanları düşündüm. Yol, Mevlana’nın o olağanüstü sevgisine, aşkını şiirleştirdiği o muazzam topraklara götürüyordu. Bugün, camilerin ve medreselerin, geçmişin üzerinde yükseldiği Müslüman kente.

Konya da Pisidia Antiokheia’sına yakın özellikler taşıyordu. Burada da büyük bir Roma kolonisi vardı. Yunan M kültürünü benimsemiş ve bölgenin en verimli topraklarina sahip, büyük ticaret kentlerinden biriydi.

Yine alışıldığı üzere havraya girdiler. Ancak söylenenler günün koşullarıyla çelişiyor; oturmuş, alışkanlıklara yerleşmiş olanla uyuşmuyordu. Yahudi topluluğu, arkasına taktığı büyük bir kalabalıkla bu kez Paulos’u ve Barnabas’ı taşlayarak kovdu. Köşe başlarında, pazaryerlerinde fikirler söyleyen filozofları alaya almaya alışkın topluluklar, “Tanrı gibi ciddi işleri, halkın arasında dolaşan bir iki hırpani kılıklı adama bırakmayacağız” diyenleri daha çok dinliyordu.

Asıl olanlar, buradan kaçıp daha tepelere Lystra’ya (Hatunsaray) girdiklerinde oldu. Burası, Lykaonia dilinin yaygın olduğu, orta halli çiftçilerin yaşadığı bir yerdi. Ne bir havra vardı, ne de tek Tanrı’ya ilişkin bir işaret. Onlar, kendi elleriyle yaptıkları Tanrılara inanıyorlardı. Paulos, burada Grekçe anlatmaya başlamıştı. Seyirciler arasında “anadan doğma topal”, hiç yürümemiş bir adam oturuyordu. Paulos ona “Ayakların üzerine dikil dedi; o da sıçrayıp yürüdü”.

Bunu görüp “ilahlar insan suretinde yanımıza indiler” diye heyecanlanan, kendilerine kurban kesmek isteyen topluluğu önlerine atlayarak güçlükle alıkoydu Paulos. “Efendiler, niçin bunları ediyorsunuz? Biz de duyguları size benzeyen insanlarız ve bu boş şeylerden, hay Allah’a dönesiniz diye size müjde getiriyoruz; o Allah ki, göğü ve yeri, denizi ve içlerindeki her şeyi yaratmıştır” (Resullerin İşleri 14:8-16) diyordu.

Ancak onları takip eden Antiokheialı ve Konyalı Yahudiler gelip Zeus’a ve Hermes’e tapan bu insanları kandırdı. Bu kez başlayan taş yağmuru, Konya’dakine benzemiyordu. Öldüresiye taşlıyorlardı. Paulos’un öldüğünü sanarak Lystra’nın dışında yol kenarına bıraktılar.

Read More about Doğuştan Roma yurttaşı

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz